İdea Yayınevi /Tinin Görüngübilimi
 
Çözümlemeler
 
HEGEL — TİNİN GÖRÜNGÜBİLİMİ
Çözümlemeler
AZİZ YARDIMLI

A
Bilinç

I
Duyu Pekinliği
Ya Da ‘Bu’ ve ‘Sanı’

 

Duyu duyumsar.
Duyu bilmez, çünkü bilgi duyumdan daha çoğunu, düşünceyi gerektirir.

Duyusal Bilinç sanır.
'Sanma' Hegel'in sözcüğü burada kullanımında dahaçok 'demek isteme' ile örtüşür. Doxa ön-Sokratiklerde daha genel olarak bütün bir görüngü alanına karşılık düşen bilinç durumu için bir anlatımdır.

Duyum ve Özdek
Duyum Uzay ve Zamanı, ya da bu iki Kavramın birliği olarak Özdeği öngerektirir. Duyumun Varlık ile bağıntılanması Özdeğin Varlık ile bağıntılanmasında sonlanır. Özdekçilik, kavramı gereği yalnızca ve yalnızca Özdeğin Varlığını doğrulayan bakış açısı olarak, duyum ve özdek arasındaki bağıntının bilincidir.

Tinin Görüngübilimi'nde bilgi, Ansiklopedi'nin tersine, Uzayda ve Zamanda olanın bilgisidir. Böylece görgül olanın, deneyimsel olanın, Oluş sürecinde olanın bilgisidir. Logos (ya da Us) Zamansız ve Uzaysız olması anlamında soyuttur, ya da arı düşünce öğesindeki İdeadır. Logos'un Varlığına gerçek Varlık diyebiliriz, çünkü Varlık olarak Varlık sözcüğün gerçek anlamında en soyut olandır. Doğa Uzayda ve Zamanda Özdeksel olandır. Tin Uzayda ve Zamanda, Özdeksel olandadır. Tinsel olan Doğal olanı öncülü olarak kapsar. Tin ve Logos alanları aynı şey değildir. İnsan özsel olarak ussaldır. Ama genel olarak ussallığı — Usu — nesnel olarak düşünürsek, Logosu, bir düşünce-belirlenimleri bütünü olarak Usu düşünmüş oluruz. Nesnel Usun ve öznel Usu bu birliği Tinin Görüngübilimi'nin Varlık ve Kavramın birliği olarak çıkarsadığı saltık bilgi noktasıdır ve ancak bu birlik insan için bilginin olanağıdır.

Duyusal Bilinç dolaysızdır.
Dolaysız olan ise kendinde hiçbir ayrım taşımayan yalındır; duyum gerçekten de sözcüğün analitik anlamında yalın olandır.

Bilinç durumunda dolaysızlık bilincin kendini nesnesinden ayırdetmemesi, kendini bölmemesi, kendinin bilinç olduğunu bilmemesidir, çünkü bilgi, bilinç her durumda özne ve nesne arasında bir ayrımı imler.

Duyumu Düşünceden ayıralım. O zaman onun Duyum olduğunu bile söyleyemeyiz, çünkü 'Duyum' Düşüncedir. Hayvanlar da duyumsar, ama duyumlarını düşünemezler; onları yalnızca içgüdüsel olarak alırlar.

Duyusal bilinç anlatımı çelişkilidir. Bilinç bilgi ile birlikte giderken, Duyum bilinçte arı Duyum olarak değil, ama bilinen, eş deyişle düşünce tarafından belirlenen Duyum olarak bulunur.

Duyu Pekinliğinin "bildiğine ilişkin söylediği salt şudur: O vardır" (§ 91) . Oysa Varlık duyu nesnesi değildir ve duyumsanmaz, yalnızca düşünülür.

Duyularımız yalnızca duyumsar. Duyum henüz duyusal algı değildir; yalnızca arı duyumdur — koklama, tatma, işitme, görme, dokunma. Duyum Varlığı duyumsamaz; duyum bilmez, çünkü bilgi duyumdan daha çoğunu gerektirir. Duyu pekinliğinin 'O vardır' demesi onun daha şimdiden duyumun Ötesine, Düşünceye geçtiğini imler. Duyu pekinliği Düşünceye geçtiğini bilmez.

Duyum ve Özdek: Duyum Uzay ve Zamanı, ya da bu iki Kavramın birliği olarak Özdeği öngerektirir. Duyumun Varlık ile bağıntılanması Özdeğin Varlık ile bağıntılanmasında sonlanır. Özdekçilik, kavramı gereği yalnızca ve yalnızca Özdeğin Varlığını doğrulayan bakış açısı olarak, duyum ve özdek arasındaki bağıntının bilincidir.

Duyumun Düşünce tarafından belirlenmesi Duyumu Duyum olarak ortadan kaldırmaz. Duyumum Düşünce olması bilmenin yalnızca Öznenin kendi içine kapanarak düşünmesi demek değildir. Düşünce 'Ben'in yalıtılmışlığı içinde değil, ama ilkin Duyum ile birlik içinde açınır. Tin gizil olarak ne olduğunu kavrayabilmek için kendini edimselleştirmek, dışsallaştırmak, açındırmak, kendini kendine nesne yapmak zorundadır. Bu dolaysız olarak Duyum yoluyla olur.

Duyum tekildir: 1) Dil evrenseli anlatır, çünkü Düşünceyi iletir; dil tekil olanı anlattığını yalnızca sanır. 2) Mantıksal Pozitivizmin en sonunda duyuma dayanması onun evrenseli (doğa yasası) yadsımasının nedenidir. Duyumun temel belirlenimi tekil olmasıdır.

Duyu pekinliğinin nesnesi vardır, ama o denli de yoktur. Duyu pekinliği hiç kuşkusuz Uzay ve Zamandadır, Özdek ile ilgilidir.

Duyusal Bilinç Uzay ve Zamandadır, Özdeksel olanla ilişkilidir; Bendir.

Duyusal bilinç nesnesinin gerçek olduğunu, var olduğunu sanır (doxa). Oysa nesnesi var olduğu denli de yoktur, y a da Oluş durumundadır, varlığı ve yokluğu birlikte taşır.

Ön-Sokratikler
Ön-Sokratikler genel olarak duyusal olanın Var olmadığını, çünkü Yokluğu da kapsadığını gördüler. Onlar için Varlığın her zaman varolan olması, ortaya çıkmaması ve ortadan yitmemesi ölçüsünde duyusal bilincin nesnelerinin var oldukları söylenemezdi. Özü duyusal olanda değil, düşünsel olanda aradılar ve konutladılar.

Ön-Sokratikler duyusal olanı kuşku ile karşılayıp olumsuzlarken, modern kuşkucular ise tam tersine duyusal olanı bilginin ilkesi olarak kabul ederler.

Dolaysız Bilgi
Tin insanın bütün bir duyusal, duygusal ve düşünsel gizilliğini kapsayan bir anlatımdır ve Tinin Görüngübilimi insanın bütün bir deneyimler sürecinde bu üç momentin açınımını çözümler.


§ 90. "Başlangıçta ya da dolaysızca nesnemiz olan bilgi kendisi dolaysız bilgi olandan, dolaysızın ya da olanın bilgisi olandan başkası olamaz. Biz de eşit ölçüde dolaysız ya da alıcı davranmalı, öyleyse o kendini sunarken onda hiçbir şeyi değiştirmemeli, ve ayrımsamadan [Auffassen] kavramayı [Begreifen] uzak tutmalıyız."

Duyusal bilinç bir bilinç biçimi olduğu düzeye dek içeriğini salt duyum olarak değil (hayvanda olduğu gibi), ama kavramsallaştırılmış (Ben tarafından) olarak kapsar, çünkü dışsal fiziksel veriyi yalnızca duyuma çevirmenin (örneğin fiziksel ışık dalgasını renge çevirmenin) dışında, bu belirlenimler bilinçte duyumların kendilerini anlatan düşüncelere de çevrilirler. Ama bu bilinç düzleminde yer alanın ötesine geçmemeli, yalın Duyuma onda olmayan belirlenimleri yüklememeliyiz.

Düşüncenin (Egonun) duyusal bilinç aşamasındaki işlevi yalnızca nesnenin var olduğunu çıkarsamaktan oluşur. Hegel Duyum ve Varlığın bu bağıntısı her ikisinin de, duyumun olduğu gibi varlığın da, dolaysız olmasına bağlar (Ansiklopedi, § 418)

Daha ayrıntılı olarak, duyunun Nesnesi bilinç için onun dışındadır, dolaysızdır, vardır. Duyusal bilinç düzleminde Egonun ya da Usun bütün mantıksal işlevi bu dışsal Nesneye dolaysızlık ya da Varlık yüklemekten oluşur. Tüm daha öte kategoriler, giderek Burası ve Şimdi bile daha yüksek bilinç biçimlerini öngerektirirler, ve bu düzeye dek bu "bilinç için" değil ama "bizim için"dirler.

Bu bilinç düzleminde kimi yorumlarda sözü edilen bir "bireşim" söz konusu değildir, çünkü duyusal bilinç henüz Şey olarak duyusal çoklunun değişik özelliklerini ya da belirlenimleri ile ilgilenmez. Bu Algı aşamasının sorunudur.


Duyusal Bilincin ‘‘Bildiğine ilişkin olarak söylediği salt şudur: O vardır; ve gerçekliği yalnızca şeyin varlığını kapsar.’’ 
Duyular düşünmezler, ve "Vardır" demek düşüncenin işidir, ve bu bile "en yoksul gerçeklik"tir.
91. "Duyu pekinliğinin somut içeriği onu dolaysızca en varsıl bilgi olarak, giderek sonsuz varsıllığın bir bilgisi olarak gösterir — bir varsıllık ki, yayıldığı uzay ve zamana çıktığımızda olduğu gibi, bu bolluktan bir parça alıp bölerek içine girdiğimizde de, hiçbir sınırı bulunmaz. ... Oysa bu pekinlik aslında kendini en yoksul gerçeklik olarak gösterir. Bildiğine ilişkin söylediği salt şudur: O vardır; ve gerçekliği yalnızca şeyin varlığını kapsar; bilinç kendi yanından bu pekinlikte salt arı Benolarak vardır; ya da Ben salt arı Bu olarak ondayımdır ve nesne de salt arı Bu olarak. Ben, bu Ben, bu şeyden Ben bilinç olarak böylece kendimi geliştirip düşünceyi değişik yollarda devindirdiğim için pekin değilimdir. Yine, pekin olduğum şey bir dizi değişik niteliğe göre kendi içersinde varsıl bir belirlenimler karmaşası sunacağı ya da başka şeyler ile çeşitli yollarda ilişkili olacağı için de değil. Bunların ikisinin de duyu pekinliğinin gerçekliği ile hiçbir ilgisi yoktur; ne Ben ne de şey burada karmaşık bir dolaylılık imlemini taşırlar; Ben karmaşık bir tasarım ya da düşünme imlemini, şey de çeşitli belirlenimlerin imlemini taşımaz; tersine, şey vardır; ve vardır, çünkü vardır; vardır; bu duyusal bilgi için özseldir, ve bu arı varlık ya da bu yalın dolaysızlık onun gerçekliğinioluşturur. Benzer olarak, pekinlik bağıntı olarak dolaysız arı bağıntıdır; bilinç Bendir, başkası değil, bir arı Bu; tekilin bildiği arı Bu ya da bir tekildir."

Duyusal bilincin içeriğinin en varsıl olduğunu söylemek duyumdan öteye gitmeyi gerektirir, çünkü duyu bilinci yalnızca nesnenin varlığının bilinci ise, o daha öte belirlenimler en azından algıselbilince ait olmalıdır. Hegel'in kendisi de Burası ve Şimdi olarak uzaysal ve zamansal tekilliğin gerçekte 'sezgi'ye (Anschauen) ait olduğunu belirtir (Ansiklopedi, § 418). Ayrıca, burada § 112'de: "Duyusal bilginin varsıllığı algıya aittir, dolaysız pekinliğe değil."

Duyusal bilinç içeriğine yalın duyu-belirlenimlerini yüklemenin dışında Varlık kategorisini yükler. Varlık hiç kuşkusuz bir duyu işlevi ya da belirlenimi değildir. Tersine, duyulur olanın var olduğu çıkarsaması düşünceye (Ego) aittir. Bilincin bu en alt, düşünce olarak en yoksul duyusal biçimi onu her "anlamlı bildirim"in en son ölçütü olarak gören Pozitivizmde saltık olarak onurlandırılır ve "bilimselliğin" ölçütü olarak alınır. Hegel bu bilgelik okulunun Hayvanların bilgeliğinin altında olduğunu düşünür, çünkü hayvanlar duyusal nesnelerinin ontolojik statülerini ciddeye almazlar ve onları yerler.


Eleusis Gizemleri; Ekmek ve Şarap; Havyanların Bilgeliği

§ 109. "... Bu bakımdan duyusal nesnelerin olgusallığının o gerçekliğini ve pekinliğini ileri sürenlere en alt bilgelik okuluna, yani eski Serez ve Baküs’ün Eleusis Gizemlerine geri dönmeleri, ve ilkin ekmeği yemenin ve şarabı içmenin gizini öğrenmeleri gerektiği söylenebilir; çünkü bu gizlere gizdeş olan biri duyusal şeylerin varlığı üzerine salt kuşkuya değil ama umutsuzluğa düşer ve onların yokluğunu bir yandan kendisi ortaya çıkarırken, öte yandan onların kendilerini yokluğa götürdüklerini görür. Hayvanlar bile bu bilgeliğin dışında değildirler; tersine, ona en derinden gizdeş olduklarını tanıtlarlar; çünkü duyusal şeyler önünde sanki bunlar kendilerinde varolan şeylermiş gibi durup beklemezler; tersine, bu olgusallıktan umutsuz ve onların hiçliğinin tam bir pekinliği içinde, onlara teklifsizce uzanır ve onları yiyip bitirirler; ve tüm Doğa da, hayvanlar gibi, duyusal şeylerin gerçekliğinin ne olduğunu öğreten bu açık gizleri kutlar."

§ 109. "... In dieser Rücksicht kann denjenigen, welche jene Wahrheit und Gewißheit der Realität der sinnlichen Gegenstände behaupten, gesagt werden, daß sie in die unterste Schule der Weisheit, nämlich in die alten Eleusinischen Mysterien der Ceres und des Bacchus zurückzuweisen sind und das Geheimnis des Essens des Brotes und des Trinkens des Weines erst zu lernen haben; denn der in diese Geheimnisse Eingeweihte gelangt nicht nur zum Zweifel an dem Sein der sinnlichen Dinge, sondern zur Verzweiflung an ihm und vollbringt in ihnen teils selbst ihre Nichtigkeit, teils sieht er sie vollbringen. Auch die Tiere sind nicht von dieser Weisheit ausgeschlossen, sondern erweisen sich vielmehr, am tiefsten in sie eingeweiht zu sein; denn sie bleiben nicht vor den sinnlichen Dingen als an sich seienden stehen, sondern verzweifelnd an dieser Realität und in der völligen Gewißheit ihrer Nichtigkeit langen sie ohne weiteres zu und zehren sie auf; und die ganze Natur feiert wie sie diese offenbaren Mysterien, welche es lehren, was die Wahrheit der sinnlichen Dinge ist."

Pozivizm ve Duyusal Bilinç 
Carnap için cisimler eğer fiziksel uzay-zaman içinde yapılanmış iseler gerçektirler (realizmdeki 'real'). Pozitivizm burada Hegel'in en alt bilinç biçimi olarak gördüğü duyusal bilinçteki uzaysal ve zamansal tekillik belirlenimlerini (Burası ve Şimdi) nesnenin ya da olgunun biçimi olarak alır ve duyumun kendisi gibi bu belirlenimlerin de genel olarak bilincin kendisine ait olduklarını görmez.

Doğrulanabilirlik olgusal içeriğin anlamlı olmasının ölçütü olarak alınır. Bir bildirimin anlamı ise olguların olanaklı bir durumunu anlatmasına bağlı görülür. Ama anlamlılığı görgül olarak sınamak olanaklı olmayabilir. O zaman bildirim bir yalancı-bildirimdir, bilimsel değildir. Her anlamlı bildirim, yani her görgül bildirim en sonunda geriye prtotokol tümcelere (Protokollsätze), yani verili olana, yani duyu verilerine gitmelidir.

Pozitivizmin bu mantığına göre görgül olarak gözlenemeyen, en sonunda duyumsanamayan anlamsızdır.

(KAYNAK: Carnap and Pseudo-Problems in Philosophy; from A History of Analytical Philosophy).


§ 92. "... Edimsel bir duyu pekinliği salt bu arı dolaysızlık değil, ama onun bir örneğidir. Burada bulunan sayısız ayrım arasında her durumda ana ayrım olarak bulduğumuz şey duyu pekinliğinde arı varlığın hemen daha önce sözü edilen o iki Bu olarak ayrılmasıdır — bir Bu Ben olarak ve öteki Bu nesne olarak. ..."

§ 93. "... Duyu pekinliğinde terimlerden biri yalın, dolaysız bir varlık olarak ya da öz olarak koyulur, — nesne; öteki ise özsel-olmayan ve dolaylı olarak koyulur ki duyu pekinliğinde kendinde değil ama bir başkası yoluyla vardır — Ben ya da bir bilgi ki, nesneyi salt nesne var olduğu için bilir, ve olabilir ya da olmayabilir. Ama nesne vardır, gerçek olan ya da özdür; vardır, bilinip bilinmediğine bakılmaksızın; kalıcıdır, bilinmese bile; ama bilgi, eğer nesne yoksa, yoktur."


Duyusal bilincin bakış açısından nesne kendinde, bilgi ise nesne yoluyla vardır.

Duyusal bilincin nesnesi uzaysal ve zamansaldır, "Burası" ve "Şimdi"dir, ve bu bilinç duyusal nesnenin bu iki bileşenini Varlık olarak kabul eder.


Duyusal Bilinç ve Ontoloji
Duyusal bilinç nesnesine Varlık yükler. Ama bu ontoloji yalnızca pozitivizmi doyurur. Bir de hayvanları, çünkü duyusal nesneleri tüketirler. Duyusalın Varlığı saltık olarak geçici olanın varlığıdır, çünkü uzaysal ve zamansaldır, ve uzaysal ve zamansal olmak saltık olarak sonlu olmaktır. Duyusal olan vardır. Ama o denli de yoktur, çünkü uzayda ve zamandadır, sonludur. Duyusal bilincin sözcüğün en yüksek anlamında öznel olması onun Varlığı en az hak eden bilinç biçimi olması anlamına gelir. Algı, Anlak vb. salt içerdikleri kategoriler nedeniyle daha gerçek anlamda nesneldirler. Ama Duyum uzaysal-zamansal olarak tekildir ve evrensel değildir. Duyusal olmak uzayda ve zamanda olmak, birbiri dışında olmak, böylece yananyana ve ardarda olmaktır. Duyum nesnel olmaktan en uzak olan öznelliktir. Duyum hiç kuşkusuz uzaysal-zamansal olanla, özdeksel olanla bağıntılıdır. Ama özdekte duyuma karşılık düşen yan yalnızca onun fiziksel anlatımıdır — ışık dalgaları, ses dalgaları, ve başka duyumların daha başka fiziksel anlatımları. Bu anlatımlar, örneğin fiziksel bir ortamın titreşimleri olarak ışık dalgaları, hiçbir biçimde mavi, sarı, kırmızı vb. değildir. Duyum hiç kuşkusuz vardır. Ama öznededir, ve varlığı duyu örgeninin etkinliği ile koşulludur.
§ 95. "Öyleyse duyu pekinliğinin kendisine sorulmalıdır: ‘Bu’ nedir? Eğer ‘Bu’yu varlığının çifte şekli içinde, Şimdi olarak ve Burası olarak alırsak, o zaman ‘Bu’nun içkin eytişimi onun kendisinin olduğu denli anlaşılır bir biçim kazanacaktır. Şimdi nedir? sorusunu örneğin şöyle yanıtlayalım: Şimdi Gecedir. Bu duyusal pekinliğin gerçekliğini sınamak için yalın bir deneme yeterlidir. Bu gerçekliği bir yere yazalım; bir gerçeklik yazılmakla birşey yitirmez, tıpkı onu saklamamızla birşey yitirmeyeceği gibi. Eğer şimdibu öğle yine o yazılı gerçekliğe bakarsak, onun bayatladığını söylememiz gerekecektir."

Dil zorunlu olarak soyut evrensele anlatım verir, çünkü Sözcük semantik düzlemde mantıksal düzlemin tersine kavramsal bağıntısını sergilemez. 

"Sözcük = Sözcük," bu analitik anlak özdeşliği Dilin Düşünce ile bağıntısını ancak soyut evrenselin düzleminde kurduğunu gösterir. Dil bu analitik yapısı içinde Kavramın yalnızca görüngüsüdür.


§ 97. "Duyusal olana da bir evrensel olarak anlatm veririz; söylediğimiz ‘Bu’dur, yani evrensel Bu; ya da ‘o vardır’; yani genelde Varlık. Hiç kuşkusuz bunda evrensel ‘Bu’yu ya da genel olarak Varlığı tasarımlamayız; ama anlatım verdiğimiz şey bir evrenseldir; ya da bu duyusal pekinlikte kesinlikle söyleyeceğimizi sandığımızı söylemeyiz. Oysa dil, gördüğümüz gibi, daha gerçekçidir; onda kendimiz dolaysızca sanımızı çürütürüz; ve duyu pekinliğinin gerçeği evrensel olduğu ve dil salt bu gerçeği anlattığı için, demek istediğimiz duyusal bir varlığı söyleyebilmemiz hiç bir zaman olanaklı değildir."

§ 98. " ‘Bu’nun öteki biçimi, ‘Burası’ açısından da durum aynı olacaktır. ‘Burası’ örneğin ağaçtır. Arkamı dönersem bu gerçeklik yiter ve karşıtına çevrilir: Burası bir ağaç değil, ama bunun yerine bir evdir. Burasının kendisi yitmez; tersine, evin, ağacın vb. yitişinde kalıcı, ve ev, ağaç olmaya ilgisizdir. ‘Bu’ öyleyse yine kendini dolaylı yalınlık olarak ya da evrensellik olarak gösterir."


Duyusal olanın tekil olmasına karşın ona evrensel olarak anlatım veririz ve bunun anlamı tekil olanın dil ya da dile benzer bir simgesellik yoluyla anlatılamayacağıdır.
§ 100. "Bilmenin ve nesnenin ilk kez içinde ortaya çıktıkları ilişkiyi şimdi bu sonuçta içinde durdukları ilişki ile karşılaştırırsak, ilişkinin evrildiğini görürüz. Duyusal pekinlikte özsel olması gereken nesne şimdi özsel olmayandır; çünkü nesnenin dönüşmüş olduğu evrensel artık duyu pekinliği için nesnenin özsel olarak olması gereken türde birşey değildir; tersine, pekinlik şimdi karşıt öğede, yani daha önce özsel olmayan öğe olan bilgide bulunur. Onun gerçekliği benim [meinen] nesnem olarak nesnede ya da Sanıda [Meinen] yatar; vardır, çünkü ben onu bilirim. Duyu pekinliği öyleyse hiç kuşkusuz nesneden sürülmüş olsa da bu nedenle ortadan kaldırılmış değil ama yalnızca Bene geri itilmiştir; şimdi deneyimin bize onun bu olgusallığı üzerine neler gösterdiğine bakalım."
İdea Yayınevi 2014 / iletisim@ideayayinevi.com